Kentimizin geleceğini hep birlikte düşünelim.
Çünkü…
Günübirlik yaşam, şimdilerde çok gerilerde kaldı.
Devir artık geleceği görebilme ve ona göre vizyon belirleme devri…
Cumhuriyet kenti Karabük deriz.
Bundan da büyük bir övünç duyarız…
Hatta…
Mangalda kül bırakmayız…!
Ancak iş yapmaya gelince ortalıklarda görünmeyiz…
Kentimizin önemli meselelerini umursamayız.
Boş verir, yok sayarız.
“Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın” diyenimiz bile olur.
İş bilmemezlikten midir nedir …
Zorda kalınca…
Ben dahil…
“Bu kentin sahibi yok” deriz.
Nemelazımcılık edebiyatının en güzel örneklerini eserleştiririz.
Hiç eleştirilmeyi sevmeyiz.
Hep veryansın ederiz.
Bundan da büyük bir mutluluk duyarız…
Bazen sertleşir….
Karşımızdakini üzeriz.
O’nu tehdit edip, gerçekleri konuşmasını ve dile getirmesini engelleriz…
Bunda da başarılı olamadıysak aba altından sopa gösteririz…
Acizliğimizi böylece kanıtlamış oluruz.!
***
Öyle ya da böyle…
Şimdi biz böyleyiz diye bir kenara çekilerek olacakları mı seyredeceğiz…
Yoksa kentimizin geleceğini mi düşüneceğiz.!
Bunu biz düşünmezsek kim düşünecek.!
Başkaları mı?
Bununla ilgili çok güzel bir atasözü var bilirsiniz…
“El, elin eşeğini türkü çağırarak ararmış”
***
Karabük’ün geleceğini yönlendirmek ve bu noktada düşünce üretebilmek için, karar mekanizmalarını etkileyen sivil örgütlenmeleri, tabela görüntülerinden kurtarmak gerekiyor…
Sivil örgütlenmelerin isteklerinin, siyasal örgütler yani partiler üzerinde yaptırım gücüne sahip olduğunu biliyoruz.
Eğer sivil toplum örgütleri ve bunu ifade eden kurumlar, kendi güçlerini kullanmayıp, siyasal yelpazenin arka bahçeleri gibi bir tutum sergiliyorlarsa, ortada tedavisi zor bir hastalık var demektir.
Bu hastalıktan kurtulmak gerekir.
Kurtulmazsak ne mi olur.?
Toplumsal sorunlar birike birike yumak oluşturur.
Hesap verme mekanizmaları işlevsizleşir.
Bu durumda…
Kaybeden kentimiz olur.
Sonra ne mi olur?
Çözülmeyen sorunlar çoğala çoğala…
Gelecekte…
Kentsel yaşamı akamete uğratır.!